20 Aralık 2011 Salı

bundan sonra suskunluklarımdasın sadece

2011 agustos


tatlı bır ıstanbul aksamıydı..
mekanını hıc sevmedıgım halde o  pasaklı dukkandan ıkı tane dondurma aldın..
dondurma dukkanının yanı basında kı o  cadde ısıklarının vurdugu kucuk parkın gırısınde kı banklara oturduk..


aldıgın dondurmayı begenmesemde hatta mıdem bıle kalksa ben sana hıc bunu bellı etmedım .. sen karsımda okadar guzel bana bakarken dondurma umrumda olamazdı zaten.. nerden bılebılırdım kı o bakıslarının ardındakı hıssızlıgı  , asksızlıgı,  vefasızlıgı.. bakarmıydım ??


butun alısılmısların dısına cıkıp  yuzume bulastrdıgın dondurmanın aynısını  dondurma kulahını yuzune gecırdım .. boyle eglencelıydı boyle guzeldı  bunları yasarken mutluyduk.. çevremız aılemız  sevdıkelrımız sankı hıc yoktu yanımızda .. bır bız vardık..


tabı oyleya bana gore bır bız vardık..  


aşk acısını suan ılıklerıme kadar hıssedıyorum.. hıc boyle bır sey yasamamıstım .. yasamadım  evlenecegım adamın benı hıc bır  sebeb yokken   yarı yolda bırakmasına.. 


agladıgımda gozyaslarımı sen sıldın..
senın agzından cıkan ıkı cumleye  butun dunyadan vazgecmeye hazırdım ben..
senı sevıyorum ların sadece aılenın   ıkı parmagına baktı..  


sımdı sen  baskalarının akıllarıyla hayatın boyunca olarak bu pişmanlıkla kahrol.. sana edecegım en buyuk bedduam  susmaktır.. cunku bılıyorum kı  ıcımdekılerın ızahı hıc bır kelımeeye sıgmaz.. senı  ıcındekılerle bas basa bırakıyorum.. 
verdıgın sozler ettıgın yemınler le  butun hayatın boyunca  kahrolarak yasa..  





Bazen öyle bir ilişkiye tutulursunuz ki; ne sevebilir, ne terk edebilirsiniz. Kör kütük bağlanmışsınızdır aslında…

En güzel yıllarınızın, acı tatlı hatıralarınızın ortağıdır; iç çekişlerinizin sebebi, yazılarınızın ilhamı, sohbetlerinizin konusudur.

Göz yaşlarınızda, bilinçaltınızda, kahkahanızdır. Korkunca saklandığınız bir sığınak, coşunca öptüğünüz bir bayrak…

Sevdanız riyasız, çıkarsız, karşılıksızdır. Sınırsız ve nihayetsiz; “Ölmek var, dönmek yok”tur.

Lakin gün gelir anlarsınız içten içe bir şeyin kanadığını…

Tutkulu sevdaların gizli hançerleri başlar parıldamaya… Şurasından burasından eleştirmeye koyulursunuz: “Şöyle görünse, öyle demese, değişse biraz ya da eskisi gibi olsa…”

Başkalarını örnek göstermeye, “Bak onlar nasıl yaşıyor” demeye başlarsınız.

Hem birlikte yaşayıp, hem özgür olmanın yollarını ararsınız. Aşkınızın gözü kör değildir artık, yanlışını görür düzeltmek istersiniz. “Eskiden böyle miydi ya…” diye başlayan sohbetlerde açılır eleştirilerin kapısı; açıldıkça bastırılmış itirazlar yükselir bilinçaltından.

Böyle süremeyeceğini bilirsiniz. Değişsin istersiniz.

O, sevgisizliğinize yorar bunu. İhanete sayar. Tutkulu ilişkilerde ihanetin bedeli ölümdür.

“Ya sev böyle ya da terk et” diye gürler…

Bir zamanlar bir gülücüğüyle alacakaranlığı ışıtan o rüya,bir kabusa dönüşür birden… Kapatır gönlünün kapılarını, yasaklar kendini size… Hoyrattır, bakmaz yüzünüze…

Zehir akar dilinden, konuşturmaz, suçlar, yargılar, mahkum eder.

Mühürler dudaklarınızı, yırtar atar yazdıklarınızı, siler sizi defterden…

“İyiliğin içindi hepsi, seni sevdiğim için…” dersiniz, dinletemezsiniz. Ayrılırsanız yaşayamayacağınızı bilirsiniz, lakin böyle de sevemezsiniz.

İhanetten kırılmıştır kaleminiz; severek, terk edersiniz…

“Madem öyle”nin çağı başlar ondan sonra…

Madem ki siz böylesine tutkunken, o hep başkalarını seçmiştir, madem ki kıymetinizi bilmemiştir, o halde günah sizden gitmiştir.

Lanet ederek bu karşılıksız aşka, çekip gitmeleri denersiniz. Aşkın göçmenlik çağı başlar böylece…

Daha özgür olacağınız limanlara demirlersiniz bir süre… Ne var ki unutamaz, uzaktan uzağa izlersiniz olup biteni. Etrafı bir sürü uğursuzla dolmuş, kurda kuşa yem olmuştur. Deli kanlılar, eli kanlılar, uğruna ölenler, sırtına binenler sarmıştır çevresini…

Gurur duyar onlarla, koynunda besler gözünü oysunlar diye…

Uğruna kan dökenleri sever, yoluna gül dökenlerden fazla… “Bana ne… Kendi seçimi” diye omuz silkmeye çabalarsınız bir süre. Ama sonra… Ansızın kulağımıza çalınan bir şarkı ya da bir kapı aralığından süzülüp gelen bir koku, hatırlatır onu yeniden…

Yaban ellerde, başka kollarda ondan bahseder ağlarsınız. Kokusunu özlersiniz, türküsünü söylemeyi, şarkısını dinlemeyi, yemeğini yemeyi, elinden bir kadeh rakı içmeyi…

Karşı nehrin kıyısından hasret şiirler haykırırsınız, sular kulağına fısıldasın diye…

Dönüp “Seni hâlâ seviyorum” diye bağırmak geçer içinizden… Dönemezsiniz. Göremedikçe bağlanır, uzaklaştıkça yakınlaşırsınız.

Anlarsınız ki bir çaresiz aşktır bu, ne onunla olur, ne onsuz… Hem kollarında ölmek, kucağına gömülmek arzusu, hem “Ne olacak sonunda” kuşkusu…

Böyle sevemezsiniz, terk de edemezsiniz.

Sürünür gidersiniz"...

((Can Dündar"...))


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

bir izde sen bırak :)